Önce kendinizle dost olunuz

Önce kendinizle dost olunuz

Önce kendinizle dost olunuz

Önce kendinizle dost olunuz

Önce kendinizle dost olunuz
21 Aralık 2009 - 09:29


Gerek özel hayatımızda, gerek iş hayatımızda ve gerekse siyasi hayatımızda tenkit edilmek; bazılarımızın pek hoşuna gitmez.
Kendisiyle de yüzleşmeyi istemeyenlerimiz vardır.
Aynaya bakıp, kendimizdeki kusurları görmek istemeyiz.
Bazılarımız ise; Yaptığı bariz hataları söyleyecek cesurluktaki insanları; “İnsafsız ve acımasız düşmanlar olarak” algılar ve algılattırmaya da çalışır.
Çünkü insanoğluna yaradılışının verdiği değişmez zaafları, hayata gerçekçi bakmasını engeller.
İnsanoğlu eleştirilmekten pek hoşlanmaz.
Hatalarının yüzüne vurulmasını da hiç istemez.
Hep duymak istediklerinin söylenmesini bekler.
Olmadığı gibi gösterilmekten, yüceltilmekten ve hak etmediği değerin gösterilmesinden hoşlanır.
İnsanoğlunun doğasındaki beğenilmek egosu, hep duymak istediklerinin kendisine söylenmesini ister. Bu bilimsel olarak da tespit edilmiş bir gerçektir.
Olmadığı gibi tarif edilse de, etmediği değer verilse bile, çıkar için yalakalık yapılsa da, yüzüne yalandan gülünse bile; bu aldatmacanın esrarengizliğinden, kendini alıkoyamaz.
Ancak gerçeklerden kaçılır mı?
Altın çamura düşse, bir ayar değerinden kaybeder mi?
Tenekeyi parlatsanız, bir ayar altın eder mi?
Aslında insanoğlu da, kendi karakterini ve iyi mi kötü mü olduğunu çok iyi bilir. Yanlış mı yaptığını, doğru mu yaptığını da çok iyi bilir.
Bilir de; yaptığı yanlışları, kendine itiraf edebilir mi?
Öncelikle çuvaldızı kendine batırabilir mi?
Kendisini; “HALI” kabul ederek, “Vur; vur ki; üzerimdeki tozlar silkinsin” diyerek, gerçek dostlarından hatalarını özellikle yüzüne vurmasını isteyecek erdemi gösterebilir mi?
Kendisiyle dalga geçebilir mi?
Kabahati hep karşıda arayarak kendini sorgulamayanlar ve sürekli suçlayanlar; kendisini mantık ve vicdan terazisine koymayanların karakterleri, Cemali’ne de yansır.
Yüzlerindeki meymenetsizliği hemen fark edersiniz ve okursunuz.
Yüreğinde “sevgi ve iyilik” olanların ise, yüzlerine “NUR” çöker. Bunu da okursunuz.
Sürekli başkasını suçlayarak, halkı aşağılayarak ve insanları küçümseyerek bilgiçlik taslayan yaradılışların, belli yaşa geldikten sonra değişmesi ve düzelmesi mümkün müdür?
Can çıkmadan huy çıkar mı?
“Köpek tüyünü atar huyunu atmazmış”.
Eleştirilmeyi ve hele yaptığınız yanlışların yüzünüze vurulmasını; kazanç saymalısınız.
Üstelik; sizden(geçici yetkinizden) çekinerek ve Korkarak, söylenemeyen yanlışlarınızı öğrenme fırsatı bulduğunuz için, teşekkür bile etmelisiniz.
Çünkü Her Babayiğit; hatalarınızı yüzünüze çarpacak kadar cesur olamaz.
Kendisiyle barışık olan insanlar, suçu öncelikle kendisinde arar, her eleştirel sözde art niyet hesaplamaz ve hırçınlaşarak,”acaba nasıl kama çıkarırım? duygusuna kapılmaz.
Eleştirenleri dışlatmak için ve düşman belletmek için güç ve yetki kullanıp baskı yapar mı?
Toplum adına görev üstlenenler ise daha da dikkatli olmak durumundadırlar.
Eleştirel yaklaşımlar, yapıcı ve düzeltici anlam taşımanın yanı sıra temsil ettikleri örgüte dinamizm sağlayan unsurlardır.
Eleştirileri acımasızca algılamak ve hakaret kabul etmek, hatalara devam etmek için “görmeyeceğim” ve “duymayacağım” inadıyla geçici görevde iken insanların öfkesini biriktirmektir.
Bu biriken öfkeler de, yetkiniz bittiğinizde karşınıza nefret olarak geri dönecektir.
Yıllar kapı arkasındır. Bir gün sizin de yetkiniz sona ermeyecek mi?
İşte o zaman; Selam verilmeyen, arkanızdan kötü sözler söylenen ve olmadığınız ortamlarda her adınız geçtiğinde “Bırak şunu” sözünün kulaklarınızda çınlayacağı istenmeyen adam olmaya doğru giden yolda devam mı edersiniz?
Yoksa imkânsızı başarıp, şu geçici dünyada kırdığınız gönülleri ve hırpaladığınız yürekleri kazanma yolunu mu seçersiniz?
Bu; herkesin kendi değerlendirmesine kalmış özel bir karardır.
Aslında kötülükten bir şey çıkmaz.
Gönül kırıp düşman kazanmaya da değmez.
Hele toplumsal görev üstlenenler için kırıp dökmeye, intikam almak için silip yok etmeye hiç gerek yoktur. Kazanç ta sağlanmaz.
Arkasına saklandığınız gücün kudretiyle kazanmanın verdiği cesaretle; “gönüller mi yıkarsınız”? Yoksa “gönüller mi yaparsınız? size kalmış.
En büyük “sevginin gücüdür”, “korkunun gücü” değildir.
Kendisiyle dost olan, halk ile de dosttur.
“Kin ve kibir”; insan içindeki “kötü huylu tümör” gibidir.
Yıllar sonra adınız geçtiğinde Kötü’lerin içinde anılmamak için “iyi olunuz”. Siz iyi olursanız; herkes iyi olacaktır.