Ya çıkarsa?!

Ya çıkarsa?!

Ya çıkarsa?!

Ya çıkarsa?!

Ya çıkarsa?!
22 Aralık 2010 - 09:09

HAYATIN İÇİNDEN

Şenol Goncagül

KANSER ile ilgili yayınlanan yazıma, birçok okurumuzdan tepkiler geldi. Gelen tepkilerin sahiplerinin hepsi de, en az bir yakınlarını bu illetten kaybetmiş kişilerdi.
Kanserin çevremizde yayıldığını görüp anlamamak için kör olmak lazım.
Öyle bir hal aldı ki durum; insanlar hastanelere muayene yaptırmaya veya kan tahlile yaptırmaya gitmeye bile çekinir oldular.
Basit bir kan tahlili bile, kanseri ele verebiliyor çünkü.
Mutlu, mutsuz, sıradan veya üst yaşam seviyesinde bir hayat sürüyorsunuz. Hastaneye gidiyorsunuz ve birdenbire size “kansersiniz” diye teşhis konuluyor.
Hadi bakalım, buyurun buradan yakın…
Ben, hayatımı iki devreye ayırıyorum.
Kızımın kansere yakalanana kadar geçen ömrüm ve sonrasındaki ömrüm.
Bir futbol maçının iki farklı yarısı gibi.
İlkinde tamamen hücum oyunu. Hırslar, beklentiler, gözünü budaktan sakınmayan bir deli yürek misali.
İkinci yarıda tam tersine bir durum.
Dünyanın ne denli gelip geçici olduğunu kavramış, hırsların, kavgaların, beklenti ve egoların anlamsız ve yersiz olduğunu anlamış bir düşünme şekli.
Hayat felsefesinin buna göre kurulduğu bir dönem.
Bambaşka bir ikinci yarı…
Yarın hangimizin başına neyin geleceği belli mi?
Makamlar, mevkiiler, gelir durumundaki tavana tırmanmış durumlara rağmen, anında yitirilebilen bir fani ve maddi hayat için, birbirimizi kırmaya ve incitmeye değer mi?
İmtihan dünyasında olduğumuzu ne de çabuk unutmuşuz meğerse?
Bir musibetin, bin nasihatten daha önemli olduğunu anlamak için, illa ki başımıza bir hallerin mi gelmesi lazım?
Kansere dönmek gerekir ise;
Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki; insanın kanser veya bir başka musibete yakalanmaması mucize gibi.
Ne yiyip içtiğimizin, neyi soluyup, neyin tehdidi altında olduğumuzun garantisi mi var?
İş işten geçmeden, bir şeylerin yapılması lazım.
Bu tedbirleri almaları gerekenlerin de, aynı tehdit altında bulunduklarını unutmamalarını diliyorum.