“Sularımızın kaderini diğer dünya hakları ile birlikte belirleyelim”

“Sularımızın kaderini diğer dünya hakları ile birlikte belirleyelim”

“Sularımızın kaderini diğer dünya hakları ile birlikte belirleyelim”

“Sularımızın kaderini diğer dünya hakları ile birlikte belirleyelim”

“Sularımızın kaderini diğer dünya hakları ile birlikte belirleyelim”
14 Aralık 2009 - 10:01

“Sularımızın kaderini diğer dünya hakları ile birlikte belirleyelim” Türkiye Irak ve Suriyeyi kat eden Fırat ve Dicle nehir havzalarında yaşayan halkların; Ren, Elbe, Tuna, Sen ve bütün Avrupa nehir havzalarında yaşayan halklara bir çağrıda bulunan TMMOB, Kırklareli IKK Sekreteri Hüseyin Kahraman açıklamalarında şunları kaydetti; “Sevgili kardeşlerimiz; Bizler, Türkiye, Irak ve Suriye'de Fırat ve Dicle nehirlerinin, suladığı topraklarda yüzyıllardır suyu ve doğası ile barışık yaşayan halklar olarak tüm dünya nehirlerinin satışa çıkarılmasına karşı çıkıyor ve sizlere, sularımızın kaderini diğer dünya hakları ile birlikte belirlemeyi öneriyoruz. Sizin de bildiğiniz gibi, geçtiğimiz hafta Türkiye Hükümeti Avrupa Birliği'nin Fırat ve Dicle sularının yönetimine dahil edildiğini duyurdu. Oysa, aynı Avrupa Birliği bütün üye devletlerin suyu özelleştirmesini şart koşan 'Su Çerçeve Direktifi'nin tasarımcısıdır. Italya parlamentosu, 19 Kasım 2009'da ülke sularının özelleştirilmesine olanak veren yasayı çıkarmış; ilgili Bakan, bu yasanın 'AB su çerçeve direktifine uyumun kaçınılmaz bir şartı' olduğunu belirtmiştir. Türkiye ve AB'nin yanı sıra ABD ve Israil hükümetlerinin Fırat ve Dicle başta olmak üzere bütün Avrupa ve dünya suları üzerindeki oyunları; bu suların akışı üstünde belirleyici derecede kontrol sahibi olacak ve söz konusu devletler bu kontrolü, gerektiğinde, komşularına karşı bir silah olarak kullanabilecektir. Evet, bu oyunlara, emperyalist ABD ve Siyonist Israil devleti de dahildir. Bizler, DSI'nin 'temiz enerji kandırmacası' ile duyurduğu Türkiye'de 1000'i aşkın HES başvurusunu tanımıyor, bu inşaatlarda yaratılacağı iddia edilen istihdam ile akarsularımızın karşı karşıya getirilmesini reddediyoruz. Çünkü toplumu yanıltan bu çağrıların gerisinde halkların ve canlı yaşamın temel gereksinimi suyun, bir piyasa malı haline getirilmesi olduğunu ve bu masallar ile akışına müdahale edilen akarsuların artık akamayacağını ve ondan yararlanan canlılara yaşam kaynağı olamayacağını, ondan beslenen toprağın kıraçlaşacağını, tuzlanacağını ve giderek çölleşeceğini biliyoruz. Biz, halklar olarak, ikisinden birini değil hem suyumuzu hem aşımızı talep ediyoruz.  Işte bu yüzden suların; silah olarak halklara döndürülmesine, Fırat, Dicle, Ilısu, Munzur, Yeşilırmak, Ikizdere, Papart, Hemşin başta olmak üzere Türkiye, Irak, Suriye, Avrupa ve dünyadaki diğer nehirlerin sularını başka havzalara aktarmak için yapımı planlanan ve yapılmakta olan tüm HES (Hidroelektrik Santralar) ve ticari baraj uygulamalarına karşıyız. Bu nedenle, diyoruz ki: Sularımızı ne AB, ne de Türkiye bürokratları, kısaca 'su tüccarları' yönetemez. Çünkü su, yalnızca insanlık için değil, canlı ve cansız tüm doğa için vazgeçilmez doğal varlıktır. Doğal bir varlık olan suyun kullanımı ve korunması ile ilgili kararlar ise  suyu bütün canlı ve cansızların yararına kullanmaya devam etme iradesini gösterebilecek halklar tarafından alınabilir.  O halklar ki, ticari baraj ve HES'ler  ile akarsuların tutuklanışına ve suların kendi havzalarının dışına taşınmasına karşı mücadelesini, sular özgürleşene kadar sürdürecektir ve aynı kararlılıkla evlerine, tarlalarına zorla takılmaya çalışılan kontörlü (ön ödemeli) su sayaçları da dahil su hizmetlerinin ticarileştirilmesine karşı mücadelesine de sonuna kadar devam edecektir.”