Kına Yaksınlar!

Kına Yaksınlar!

Kına Yaksınlar!

Kına Yaksınlar!

Kına Yaksınlar!
24 Mart 2011 - 10:07






Şenol Goncagül


TV de bir haber yayınlanıyor!
Yemekli bir toplantıdayız o esnada.
İzleyemiyoruz ama, gelen tepkilerden ve ilgili telefonlardan anlıyoruz ki, bir hayli enteresan bir konu!
“2010 yılında, Kavaklı’daki mülteci misafirhanesinde, bir Emniyet Müdür Yardımcısı, İranlı bir mülteciye tokat atmış!”
Hoppalaaa!..
Daha sonra görüntüleri bulup, bakıyoruz;
Görüntüler net değil.
Yer ve mekân konusunda tereddütler var.
Kimin kim olduğu da anlaşılır değil.
Ortada, İranlı bir mültecinin, İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı bir şikâyet var.
Mağdur durumundaki İranlı memleket kaçağı, Türkiye’den tazminat almak üzere fırıldak durumlarında!
X x x

Türkiye’nin itibarının zedelenmesi gündemde.Memleketlerinden kaçarak, kırmızı dipli mum ile davet etmediğimiz kaçakların, kendi fakirimizden keserek, yedikleri yemeklerin çanaklarına pislemeleri ayrı bir durum.
(Büyük ihtimalle) senaryo olan bu operasyonun sonucunda da, senelerce memleketine hizmet etmiş bir polis şefinin karalanması ve zan altında bırakılması işin başka bir yüzü.
Tokat yediyse bile, İranlı’nın hangi terbiye sınırlarını zorlayarak, böyle bir harekete maruz kalmayı sağlamak üzere çaba harcadığı açık!
Nihayetinde de; sanki o olayın olacağı biliniyordu da, gerekli kamera veya kayıt cihazları anında harekete geçirildiler!..
Şimdi Türkiye’yi ve Kırklareli polisini, “mülteci kampında bulunanlara kötü muamele edenler” olarak, tüm dünyanın beynine kazıdılar!
Ne acı! Ne hazin! Ne alçakça bir senaryo!

X   x   x
Hatırladığım kadarıyla; bu kampa bir yılda harcanan gıda giderinin miktarı yaklaşık 500 Bin lira. Jandarma bölgesi olmasına rağmen, özel izin ile polisin görev yapması da, Kırklareli-Kavaklı arasında gidip-gelen polis araçlarının yaktıkları akaryakıt itibariyle önemli bir gider söz konusu.
Isınma, barınma, sosyal, kültürel ve sportif ihtiyaçların karşılanması, sağlık taramaları ve tedaviler gibi giderleri de katın araya.
Bu paralar hep, benim fakir vatandaşımdan kesilerek harcanıyor oralara.
Davetsiz olarak kapımıza dayanan ve zorunlu olarak misafir ettiğimiz bu kaçaklar, kamptan kaçıp gittiklerinde de, bulup, geri getirmek veya kovalamak ta, ayrı bir stres meselesi.
İkide bir de, aralarında çıkar arbedeleri, isyanları ve meydan muharebelerini saymıyorum bile.

X   x   x

Hatırlayacaksınız; Fransa’da, daha yakın bir zamanda mülteci kampına dozerlerle girilerek, insanlar darp ve işkenceye maruz bırakılmışlardı.
Kimsenin gıkı çıkmadı!
Gıkını çıkaranlara da, Fransa devletinin başındakiler, sert cevaplar verdiler:
“Bunlar, memleketlerinden, vatanlarından kaçanlar. Kimse bunları Fransa’ya davet etmedi! Biz, bunlara bakmaya mecbur bırakıldık. Kimsenin de, bizi sorgulamaya hakları olmamalı”
Fransa Devlet büyüklerinin bu cevapları, o “gıklarını” çıkaranlara kocaman bir kapak olmuştu!

X   x   x

İşin, medya yönüne de değinmek lazım;
Haberin yapıldığı tv, Türk tv si. Dahası da, hükümete ve başbakana yakın veya tabi bir kanal.
Böyle bir kanaldan öyle bir yayının yapılmasında, hangi faydalar öngörülmüştür acaba?
Türk devletinin kendi kendini karalaması mı?
Neyin ne olduğu belli olmayan ama biletin Kırklareli’deki bir polis şefine kesilerek, devletin tazminata mahküm edilip, o polis şefinin meslek hayatının karartılmasına mı?
Kendi ayağımıza kurşun sıkılmasına mı?
Seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, hükümetteki partiye ve genel başkanına yakın olan bu tv kanalının, Türkiye’nin ayağına kurşun sıkma hadisesi, o partinin seçimlerde yara almasına da sebep olmuyor mu?
Hani: “Böyle dostlarımız dururken, düşmana ne gerek var?” denmeye mi getirildi bu tür yayınlar?!
Yarın, kendi ayağımıza kurşun sıkanlar için kargoya vereceğim bir kilo kınayı, herkes bu senaryodaki payına ve rolüne göre bir yerlerine yaksın!
Hadi, elin adamı .ok atıp, tazminat filan almaya çalışıyor da, kendi medyamızın ve kuruluşlarımızın da onlara çanak tutmaları kime ne kazandırıyor?
Anlayan beriye gelsin…
 
X   x   x

Kırklareli’ne, bu türden bir kampın öngörülmesini, külliyen yanlış görüyorum. Milli takım kampları, spor kompleksleri, mesire alanları filan yapılmalı derken, bir sürü sorunlu insanın bir araya toplandıkları bir yerin Kırklareli’ne reva görülmesi, ne derece kabul edilebilirdi ki?
Birileri; memleketlerinden kaçanların zoraki barındırıldıkları bir kampta, bir polis şefinin, bu problemli insanlara tokat attığını ortaya atarak, senaryolar yazmaya çalışıyorlar.
Elbette ki, kim olursa olsun, hiç kimsenin öyle bir hareketi yapmaya yetkisi ve hakkının olmamakla birlikte, birleşmiş milletlere benzeyen kamp halkının içinde bulunduğu ruh halinin ve bu insanları yönetmenin ve asayişin sağlanmasının da sorunlu olabileceği unutulmasın.
Yani; Hırsızın da hiç mi suçu yok acaba?! Diyorum!
Çifte standartlarla bir yere varamayacağımızı ne zaman anlayacağız bakalım?