“Kandile Türk Bayrağı dikemeyen hükümet istemiyoruz”

“Kandile Türk Bayrağı dikemeyen hükümet istemiyoruz”

“Kandile Türk Bayrağı dikemeyen hükümet istemiyoruz”

“Kandile Türk Bayrağı dikemeyen hükümet istemiyoruz”

“Kandile Türk Bayrağı dikemeyen hükümet istemiyoruz”
18 Eylül 2012 - 09:32

* Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mevlüt Karakaya; “Kandile Türk Bayrağı Dikemeyen hükümet istemiyoruz” dedi.




HABER MERKEZİ





HABER MERKEZİ


Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kırklareli İl Başkanlığı tarafından 16 Eylül 2012 Pazar günü düzenlenen “Daraltılmış İl Toplantısı”na katılmak üzere Kırklareli’ye gelen MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mevlüt Karakaya İl Binasındaki basın toplantısında yaptığı konuşmasında şunları kaydetti:


“Bugün burada Kırklareli İl teşkilatımız tarafından tertiplenmiş olan istişare toplantısı için bir araya gelmiş bulunmaktayız önceki gün 2 şehidimiz vardı. Daha dün 4 şehidimizi toprağa vermeden Bingöl’den de acı haber geldi. 8 polisimiz Şehit oldu, 7 tanesi yaralandı. Gün geçmiyor ki yurdun bir köşesinden, bir bölgesinden terörle ilgili bir şehit, yaralı veya saldırı haberi alınmasın. MHP olarak bu konuyu yeni söylemiyoruz. 2004 yılından bu yana terörle mücadele yasaları gevşetildi, terörle mücadele zafiyete uğratıldı. Açılımlar yapıldı, bunların yanlış olduğunu söyledik ama sonuç itibariyle, hakikatten Türkiye ciddi bir sorunla karşı karşıya. Çözüm önerilerini her ortamda söyledik ve söylemeye de devam ediyoruz. MHP olarak hükümete sesleniyoruz. Biz Kandil'e Türk Bayrağını dikme iradesini gösteremeyen iktidar istemiyoruz. Kandil'e bayrak dikmeye korkuyorsan, gidemiyorsan ülkücüler arkanda olacak. Biz terörün bitmesini istiyoruz. Ocakların sönmemesini istiyoruz. Terör konusunda önerilerimiz ortada. Hepinizi Genel Merkezimiz ve şahsım adına saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. İstişare toplantımızın basına kapalı kısmına geçmeden önce ülke gündemine ilişkin bir iki konuda kısa bir değerlendirme yapacağım.


* “Ülkemiz, çok önemli sorun ve risklerle karşı karşıya bulunmaktadır”


Bunun yegâne sorumlusu tek başına 10 yıldır ülkeyi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi  (AK Parti)  hükümetleridir. Uyguladıkları yanlış, yanlı ve Türk Milleti karşıtı politikalarla ülkemizi adeta uçurumun kenarına getirmişlerdir. AK Parti hükümetleri ülkeyi; siyasal anlamdan BOP ekonomik anlamda da borç tuzağına düşürmüşlerdir. Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)'un hedefleri arasındaki 22 ülkenin sınır veya rejim değişikliği hepimizin malumudur. Irak, Suriye, Iran ve Türkiye'den koparılacak toprak parçalarıyla kurulması planlanan ABD-İsrail Güdümlü Kürdistan ve bölge ülkeleri için bir rol-model oluşturma yönünde muhtemel bir rejim değişikliği bu projenin bizi ilgilendiren en tehlikeli taraflarıydı. AKP hükümetleri bu tehlikeleri görmek bir yana dursun, bundan faydalanacaklarını umuyorlardı. Bu proje konusunda çok önceden ikna edilmiş olan Başbakan, Diyarbakır'ı yıldız yapmayı, terörü yok etmeyi, bölgesel güç olmayı umuyordu. Bu nedenle de, BOP eş başkanlarından birisi olduğunu, bulduğu her ortam ve fırsatta böbürlenerek söylüyordu. Bugün gelinen noktada, Başbakan BOP'a hiçbir zaman eş başkan olmadığını söylemekte ve inkâr etmektedir. Başbakan ne kadar inkar ederse etsin, AKP BOP'un bir parçası hatta çıktısıdır. Kendisi bizatihi bir BOP projesidir. Yakın siyasi geçmişimizi anlamanın ve sağlıklı değerlendirmelerde bulunmanın yolu bu projeyi ve bu proje içerisinde AKP'ye verilen rolü iyi anlamaktan geçer. AKP küresel genetik laboratuvarlarda kodlanan ve Büyük Ortadoğu Projesi virüsüyle şifrelenen bir siyasi oluşumdur. Mimarisi yabancı tink-tenk kuruluşlarında tasarlanmış, çizimi "Bizden-içimizden birileri" algısını oluşturacak tarzda yapılmıştır. Kendini, Müslüman'a daha bizden ve daha Müslüman; Gayri Müslüm'e daha ılımlı ve protestan gösterme, tasarımının en önemli başarılarındandır. Bir taraftan "Milli Görüş" gömleğini çıkarttık derken; diğer taraftan Müslüman Cumhurbaşkanı istiyoruz diyebileceklerdi. Bu yandan imam hatipler açılmalı derken; öbür yandan ruhban okulunun açılması için uğraşabileceklerdi. Nitekim öyle de oldu.


* “Kendi ifadeleriyle iktidar dönemleri çıraklık, kalfalık ve ustalık olmak üzere üç döneme ayrılmıştı”


Çıraktık dönemleri daha çok iç hesaplaşmayla geçti. Bu dönemde kamu gücünü ele geçirmek; mümkün değilse tasfiye etmek; bu da mümkün değilse azaltmak; temel prensipleri oldu. Kamu varlıklarının önemli bir kısmı bu dönemde özelleştirme adı altında haraç-mezat satıldı. Küresel fonlar sıcak parayla ekonomiye sözde desteklerini sürdürdüler. AB balonu ve demokratikleşme bu dönemin çıpası oldu. Terörle mücadele yasaları kaldırıldı ya da yumuşatıldı. Askerin başına çuval ilk defa bu dönemde geçirildi. Kalfalık dönemleri dış çevreyle de yakından ilgilenildiği dönem oldu. Bu dönemde AB balonu sönmeye başladı ve ilgi ağırlıklı olarak Ortadoğu coğrafyası ve komşulara yöneldi. Önce ticaretimizi geliştirmek için gidiyoruz dendi. Sonra siyaset meydanlarında aktör olma yanlışlığına kadar düşüldü. Özellikle Arap ülkeleri ve onların liderleriyle çok yakın temaslara geçildi. Sahte van münit çıkışlarıyla Müslüman halkların gönüllerinde tahtlar kuruldu. Sürekli engel olarak görülen yargı da bu dönemde müdahalelere açık bir yapısal dönüşüme uğratıldı. PKK ile pazarlıklar, bölücü başıyla görüşmeler, Oslo'da anlaşmalar bu dönemde yapıldı. Habur rezaleti bu dönemde yaşatıldı. Terör ve teröristler bu dönemde açık ve aleni bir biçimde kutsanmaya başlandı. Terörle mücadelesi öne çıkan ne kadar asker sivil varsa hepsi bu dönemde hapishanelere atıldı. KCK bu dönemde yapılandı. Kürt açılımına bu dönemde başlandı. Milli olan kurum veya kavram ne varsa hepsi bu dönemde hırpalandı, içi boşaltıldı, itibarsızlaştırıldı ya da anlamsızlaştırıldı. Ustalık dönemi Ortadoğu'da Arap baharının ateşlendiği bir dönemle başladı. Terör hiçbir dönemde olmadığı ölçüde arttı ve teröristler hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde pervasızlaştı. Ortadoğu bu dönemde kan gölü haline geldi. Bin yıllık kardeşlik hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde hırpalandı. Devlete karşı ayaklanma provaları bu dönemde yapıldı. Kurulduğu günden bu yana "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözünü kendisine düstur edinmiş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilk defa komşularınca bu dönemde barış bozucu unsur olarak suçlandı. Bugün gelinen noktada AK Parti'nin ülkeyi BOP tuzağına düşürdüğü artık herkes tarafından bilinen bir gerçek haline gelmiştir.


* “Uygulanan ekonomi politikaları vatandaşı borç tuzağına düşürmüştür”


AK Parti iktidarında ikinci önemli tuzak da vatandaşın borçlandırılması şeklinde tezahür etmiştir. Bu dönemde vatandaş gırtlağına kadar borçlandırılmıştır. Borçlanarak tüketme alışkanlığının oluşturulduğu dönemde zaten düşük olan hane halkı tasarrufları yarı yarıya azalmıştır. Genel seçimlerde istikrar sürsün borcun dursun diyerek aba altından sopa gösterilmiştir. Bugün bankalara borcu olmayan bir tek vatandaş kalmamıştır. Hiç borcum yok diyenin en az iki aylık geliri karşılığında kredi kartı borcu vardır. AK Parti iktidara geldiğinde bankalara olan kredi borcu 40 milyar TL civarlarındaydı. Bugün bankalara olan kredi borcu 750 milyar TL'leri bulmuştur. Vatandaş olarak bakacak olursak; vatandaşın 2002 yılında TOKİ ve bankalara toplam 6,7 milyar TL borcu vardı. Bugün ise bu borç 252 milyar TL'ye ulaşmıştır. Yani vatandaş 10 yıllık AK Parti iktidarında 38 kat daha borçlanmıştır. Peki, vatandaşın geliri de aynı düzeyde arttı mı? Hayır, vatandaşın aynı dönemde geliri 3,4 kat arttı. 4 kat dahi değil. 2002 yılında vatandaşın gelirinin yüzde 5'i borcuna giderken bugün %52'i gitmektedir Bugün gelinen noktada, AK Parti millet nezdinde önemli ölçüde oy kaybına uğramıştır. Bunun farkına varan Başbakan, eskiden de olduğu gibi, milliyetçi söylemlere sığınmaya başlamıştır. Ancak, buradan şunu ifade etmek istiyorum: Sayın Başbakan; bu saatten sonra çıkıp, "ben MHP'li oldum" desen bile kendini kurtaramazsın. Bu millet, ülkeyi düşürdüğün bu durumun hesabını mutlaka soracaktır. Sana iyi niyetle verilen bunca desteğin yanlış kullanımının bedelini mutlaka ödetecektir. Anayasa'da, ders kitaplarında, ders müfredatlarında Türk ve Türklüğe ait ne varsa yok etme hırsın, önüne konan tuzakları dahi görmene engel oldu. Ülkücüye yaptığın hakaretin zerresini Türk bayrağını tahrik unsuru görenlere dahi yapmadın. Ama yine de sözlerinde samimiysen, gerçekten bu ülkede Kürtlerin sorun olmadığını anlamışsan, terör sorunu var diyor ve bunun üzerine gitmek kararlılığını gösteriyorsan, Sayın Genel Başkanımızın sözü bizim için talimattır. Biz ülkücüler kandile Türk Bayrağını dikenin arkasında olacağız. Ama bunu yapamıyorsan yine de yapacağın bir şey var, o da çekilmektir. 4 Kasım 2012 tarihinde Ankara Arena Spor Salonu'nda 10. Büyük Olağan Kurultayımızı gerçekleştireceğiz. Bunun hazırlıkları yoğun bir biçimde devam etmektedir. Biz Milliyetçi Hareket Partililer durduğumuz yerin de karşımızdakilerin de farkındayız. Türk Milliyetçiliğini siyasi proje haline getirmiş yegane siyasi bir hareket olarak, üzerimizde oynanan oyunların da idrakindeyiz. Ömründe MHP'ye oy vermediği ve hiçbir şart altında oy vermeyi de düşünmediği halde yeni MHP oluşturma adına tasarımcılığa soyunanları da görmezlikten gelemeyiz. Biz ne Türk Milleti sevdamızdan vazgeçeceğiz ne de "Yeni MHP" oluşturma sevdalılarına geçit vereceğiz. Büyük Kurultayımız, Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’nin başkanlığında Milliyetçi Hareket'in tek başına iktidara yürüyüşünün nişanesi olacaktır. Milliyetçi-Ülkücü Camia’ya tek başına iktidar olunabileceği vizyonunu aşılayan bir lider, inanıyorum ki Allah'ın izni sizlerin yardım ve desteğiyle tek başına iktidarı da gerçekleştirecektir.


10. Olağan Kurultayımızın birlik ve beraberliğimizin zirve yapacağı, demokrasi olgunluğunun tadının alınacağı bir Kurultay olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ederken hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum” dedi. (Şahin Gin)