Kahrolası bir DİP NOT!

Kahrolası bir DİP NOT!

Kahrolası bir DİP NOT!

Kahrolası bir DİP NOT!

Kahrolası bir DİP NOT!
30 Mart 2010 - 09:12


 


Yasemin’in Çapa’daki kontrollerine gittik geçenlerde.
Lösemiye yeni yakalananından tutun da, rutin kontrollere kadar işi kurtarmış olanları vardı koridorda.
Bir Profesör muayenesi 300 Lira!
Bununla da kalsa yine iyi.
Bir sürü farklı branşta, bir sürü Prof’a muayene olmak var hesapta.
Zaten, o zorlu hastalıktan ilikleri kurumuş insanların, 10 dakikalık bir muayene için 300 lira ödemesi ne kadar da iç acıtıcı bir durumdur!
Bunu, ulu orta bağırdı çocuklardan birinin annesi.
Oradan birisi atıldı ortaya hemence:
“Profesör olabilmek kolay mı? Hem, kim zorluyor ki seni illa ki Prof’a gelmeye?” dedi.
Ali Kırca ile Siyaset Meydanı’nda, kanser konusunu tartışırken de, birileri çıkıp: “Prof’a gitmeyin siz de!” çıkışı yapılmıştı da, gülmek ile kızmak arası bir haller olmuştum.
Bir tek yanlış, yani eksik veya fazla doz uygulamasından dolayı kaybedilen çocukları görünce, o sözü söylemenin ne denli anlamsız olduğunu bilenlerdendim!
Devleti, o zorlu yokuşu tırmanan Prof’una adam gibi para ödesin de, zaten başındaki o zorlu hastalıktan dolayı kıvranan insanlara, devletin ödeyemediği 300 lirayı ödetmesinlerdi.
Gencecik bir kadının kucağındaki (en fazla 2 yaşındaki) bebesine bakıp bakıp ağlamasını görünce, durumunu sordum hafifçe:
“Nesi var yeğenimizin?”
“Lösemiymiş” dedi. Sesi ürkek ve cılızdı.
“Ne zamandır” dedim.
“Teşhis konalı daha 1 hafta kadar oluyor” deyince, beynimden vuruldum!
“Aman Allah’ım, eğer, ne yapacaklarına karar verene kadar kaybetmezlerse, o acılı günleri, o dikenli yolları senelerce yürüyecekler” deyip, başımı duvara yasladım.
“Adı ne çocuğun?” dedim genç kadına;
“Ayşe” dedi usulca.
Hemen, iki sandalye ötesinde, elinde ajandası ile notlar alan orta yaşlı bir adam, ajandasına birkaç satır daha karaladı!
Yüksek sesle de, ajandasına karaladıklarını söyledi:
“Ayşe’ye, Purinethol hapı temin edilecek. Babasına, bahçede yatması için, orada eski minibüsün içinde yatan hasta çocukların babaları ile görüşülerek, yatacak yer ayarlanacak. Annesine, hastanenin usul ve kuralları, nereden ve nasıl kan bulacağı, kaçak ilaçları nerelerden alabileceği anlatılacak…”
Sonra, yazdı ama, okumadı yüksek sesle yazdıklarını!
Merak ettim ve gidip oturdum yanına.
Ajandasında, son yazdığı o birkaç satırı açıp, okuttu bana çaktırmadan:
“Ayşe’yi kaybettiklerinde, yapmaları gerekenler anlatılacak anasına ve babasına”
Bu notun da hemen altında, daha büyük harflerle yazılmış bir not yazılıydı:
“Hoca ile az önce konuşuldu; Ayşe’den ümit kesilmiş durumda! Allah’tan ümit kesilmez amma, bu gerçeği de Ayşe’nin ana-babasına bildirecek bir babayiğit bulunacak!”
 Ben, bütün o yazılanları, o gün orada ilk kez gördüm.
Ama buna benzer bir sürü şeyi yaşamış, birileriyle paylaşmış, Ayşeler’in ana-babalarına açıklamak durumunda kalmış bir lösemi hastası çocuk babası olarak, belki alışkanlıktan olsa gerek, sadece birkaç damla gözyaşı dökerek okuyabildim.
Allah, kimseye o satırları okumayı veya yazmayı nasip etmesin.
Merdivenden düşen birisi olarak bunları söyleyebiliyorum!