Ateşi Yakalamak

Ateşi Yakalamak

Ateşi Yakalamak

Ateşi Yakalamak

Ateşi Yakalamak
14 Mart 2011 - 10:07



Evet, Suzanne, şimdi ne yapacaksın? Daha doğrusu son kitapta ne yazdın? Katniss şimdi ne yapacak?
Tamam, itiraf etmeliyim her şey olmasa da sonu en azından hazırlıklı olduğum bir şekilde, aklımda cevabı olmayan bir soru işareti bırakarak bitti. Hazırlıklıydım çünkü kitabı aldığımda ben okumadan bir başkasına vermiştim ve hikâyenin ortasında pat diye okunacak sayfanın kalmaması arkadaşımın sinirini bozmuştu. 3. Kitabı almak zorundayım artık çünkü bu kızı, yaptıklarını, yapabileceklerini sevdim. Açlık Oyunları serisinin 2. Kitabından bahsediyorum; Ateşi Yakalamak’tan. Her seride olduğu gibi sondan bir önceki kitap hepsine göre daha yarım bitiyor, öyle ki son kitabı alıp hikâyeyi bitirmek için can atıyorsunuz. Katniss güçlü bir karakter. Bildiğim tek bir şey var ki o da Katniss yaşlarında ve onun gibi bir kız çocuğu varsa, benim çocukluğumun ona hiç benzemediği. Hikâye olarak zaten benzeyemez ama o yaşlarda öyle davranan bir çocuk değildim. Benim de yaralarım, sorumlu olduğum ‘sorun’lu olduğum bir takım şeyler vardı ama en azından Katniss değildim.
 Düşünüyorum da yazarlar acaba romanların başkarakterlerinin isimlerini neye göre belirliyorlardır. Yani hepsinin bir izi vardır üzerlerinde ama okuduğum kitaplardaki başkarakterlerin isimlerinin neye göre konduğunu öğrenmek isterdim doğrusu.  Bir de isimleri bilerek mi telaffuzu bu kadar güzel isimlerden seçiyorlar?
Bir de bazılarına kitaptaki birçok şey için içten içe teşekkür ederken, duygularım ifade etmemde sürekli değişik metotları zihnime kaydetmeyi belki uzun bir süre kayıtlı kalmasalar da birkaç ay -belki de- etkisinde bıraktıkları için teşekkür etmeyi eklemek isterdim.
Geçenlerde, bütün gün evdeydim bugün, kafadan izinliydim. Bütün gün yaptığım tek şey, genel anlamda kitap okumak oldu. Ara sıra kendime minik kahve, yemek, kişisel ihtiyaç molaları verdiğim doğru ama kendimi açlık oyunlarındaki dünyaya teslim ettim kelimenin tam manasıyla. Şimdi film cd lerime gözüm takıldı da araya bir de film sıkıştırabilirmişim. Ama yapmadım, nedense hiç ihtiyaç da duymadım. Sanırım benim hayal dünyam, filmlerdeki 1-2 saatlik kurgulardan daha doyurucu.
Aslında her bir kitaba büyük heyecan içinde başlıyorum, aynı heyecanla bitiriyorum ve sonunda bir burukluk oluyor. Saçma gelecek biliyorum ama bunu artık paylaşmam gerekiyor. Kitabın içindeki o an beni başka yerlere alıp götüren birçok ayrıntıyı unutacak olmam –ki genelde bu böyledir- içimi burkarken; öte yandan mana alemime yeni varlıkları kattığım için bir iç huzuru oluşuyor. Ne kadar unutursam unutayım; Ateşle oynayan ‘Ejderha Dövmeli’ Lisbeth’i ve kahve kokusu dolu planları hep aklımda olacak. Tıpkı; ‘Ateşböceği Yolu’ndaki –evet adlarını hatırlamak isterdim, sanırım o kadar zihnimi meşgul etmemiş isimleri- birbirini delice kıskanan ama kıskançlıkları sevgilerinin mızrağının  ucunda olan o iki muhteşem kadın gibi.. Ve tıpkı çocukluğum yaşlarındaki masum yürekli zeki Katniss gibi, buram buram İstanbul kokan tarihi bir benliği ve emektar arabası ve Evgenia’sıyla yaşadığı hikâyeden tam bir hayal kırıklığıyla ayrılan Nevzat gibi… Yani şöyle ya da böyle okuduğum her şey bende bir iz bırakıyor… Hepsini hatırlamak mümkün değil. Çünkü her yazılan, benliğimizde iz bırakacak kadar değerli ya da bizi ilgilendirecek kadar mühim değil, olamaz da. Ama hepsinin bir iz, bir alışkanlık, bir anı bıraktığı aşikâr. Ve iyi ki de bırakıyorlar…